ÇONKAR, Roma'da Yeni Türkiye Konferansında Konuştu
Yeni Doğu Vakfının (New East Foundation) organize ettiği 26 Şubat 2015 Perşembe günü İtalya Parlamentosunda gerçekleştirilen “Yeni Türkiye Konferansı” na İstanbul Milletvekili ve TBMM Dışişleri Komisyonu Başkanı Ahmet Berat ÇONKAR, Başbakan Başdanışmanı Etyen MAHÇUPYAN, Yurtdışı Türkler ve Akraba Topluluklar Eski Başkan Yardımcısı Gürsel DÖNMEZ, New East Foundation Başkanı Atılgan BAYAR, Moderator Alberto MİCHELLİNİ, Tarih Profesörü Alessandro BARBERRO, Luigi MATTİOLE, Luigi EFİSİO katıldı ve birer konuşma yaptı.
Konferansa İtalyan Parlamenterler, araştırmacılar, akademisyenler, kültür dünyasından çok sayıda dinleyici, basın mensupları ve Roma Büyükelçimiz Prof. Dr. Mehmet PAÇACI dinleyici olarak katıldı.
Ahmet Berat ÇONKAR’ın İtalya Parlamento salonunda yaptığı konuşmayı aşağıda dinleyebilir ve konuşma metnini okuyabilirsiniz;
Saygıdeğer Parlamenter Dostlarım,
Kıymetli Bilim İnsanları, Basın Mensupları,
Değerli Konuklar,
Dost İtalya’nın güzel başkenti Roma’da, “Yeni Türkiye” başlıklı bu Konferansta sizlere hitap etmekten memnuniyet duyuyorum. “Yeni Doğu Derneği ”ne önemli konuları ele almamıza imkân veren bu toplantıyı düzenledikleri için teşekkürlerimi sunuyorum.
Parlamenter Diplomasi faaliyetleri çerçevesinde temaslarda bulunmak üzere 4 gündür Roma’dayım. Bu kapsamda iki ülkeyi ilgilendiren birçok yararlı görüşme gerçekleştirdik. Bu vesile ile temas ettiğim muhataplarıma huzurlarınızda tekrar teşekkürlerimi iletiyorum.
Zamanı daha verimli kullanabilmek açısından, not ettiğim bazı hususları planlanan süre içerisinde sizlerle paylaşmak istiyorum.
Değerli Konuklar,
Türkiye son 12 yılda gerek iç gerek dış politikada önemli hamleler gerçekleştirmiş, attığı bu adımlarla içeride demokrasisini pekiştirip ekonomisini güçlendirirken, izlediği aktif ve vizyoner dış politikayla da bölgesinde ve ötesinde dostluğu ve işbirliği aranan bir ülke konumuna yükselmiştir.
Ülkemiz bu dönemde siyasi istikrardan kaynaklanan güven ortamından da faydalanarak, demokratikleşme alanında önemli adımlar atmış, önemli yapısal dönüşüm ve reformları hayata geçirmiştir. Toplumun tüm kesimlerini kucaklayan, temsili ve katılımcı bir demokrasi anlayışının hayata geçirilmesinde önemli mesafe kaydedilmiş, Anayasamızda ve temel kanunlarımızda uluslararası standartlara uygun iyileştirmeler gerçekleştirilmiş, adalet ve yargı sistemimiz uluslararası hukuktan kaynaklanan yükümlülüklerimiz de gözönünde bulundurularak gözden geçirilmiştir.
Bugün Türkiye 12 yıl öncesine göre çok daha demokratik bir ülkedir ve her türlü engelleme girişimlerine rağmen demokratikleşme hedefinden taviz vermemiştir. Milli iradeyi tutsak alan vesayetçi anlayış ve yapılar büyük ölçüde tasfiye edilmiştir ve bu mücadele halen devam etmektedir. Hukukun üstünlüğü, vatandaşlık hakları ve çoğulculuk alanında demokrasimiz sınıf atlamıştır.
Yeni Türkiye vizyonunu ortaya koyan AK Parti öncesi, halkımızın arzu ettiği değişim, istisnai bazı zamanlar dışında maalesef hiç dikkate alınmadı.
Halkın değişim isteği reddedildi, halkın değişim isteği görmezden gelindi. Demokrasi isteyenler, özgürlük isteyenler, hak isteyenler kimi zaman kanlı şekilde, kimi zaman işkenceyle, kimi zaman zorbalıkla, yasaklarla, baskıyla sindirildi.
2000’li yıllara geldiğimizde artık değişim isteği ertelenemez, ötelenemez, inkâr edilemez bir hale geldi ve bu değişim arzusu devleti ve siyaseti zorlamaya başladı.
Yeni Türkiye’nin mimarı AK Parti ve kadroları da toplumun bu büyük değişim arzusunun tezahürü olarak ortaya çıktı ve kısa sayılabilecek bir zamanda, her alanda halkın değişim taleplerini Temel İnsan Hakları çerçevesinde büyük oranda karşıladı.
Sayın Cumhurbaşkanımız Recep Tayyip Erdoğan ve Sayın Başbakanımız Ahmet Davutoğlu’nun her vesile ifade ettikleri gibi; “Eski Türkiye eskide kaldı ve Eski Türkiye’nin kapıları artık kapandı.”
Şimdi, Yeni Türkiye Yolunda; daha çok demokrasi, daha müreffeh ve daha itibarlı bir Türkiye yürüyüşü devam ediyor.
Ancak ülkemizdeki muhalefet maalesef kendisini değiştiremedi, değişim taleplerine duyarsız kaldı. Kanaatimce değişime olan bu direncin altında; bu yapı ve anlayışla Yeni Türkiye’de ayakta kalamayacakları ve halkın kendilerine itibar etmeyeceği düşüncesi var. Fakat halkımız değişimin farkındadır, her alandaki kazanımlarından geri adım atmak istememektedir ve kazanımlarına sahip çıkmaktadır.
Değerli Konuklar,
Alınan etkili ekonomik tedbirlerin de sonucunda kaydettiğimiz büyüme dünya ekonomisinin yönlendirilmesinde söz sahibi G-20 ülkeleri arasında hak ettiğimiz yeri almamızı sağlamıştır. Ülkemizin gerçekleştirdiği ekonomik büyümeyi bazı rakamlarla somutlaştırmak gerekirse; 2002 yılından bu yana, milli gelirimiz üç, dış ticaret hacmimiz dört kat artmış, dünya ihracat pastasından aldığımız pay ise neredeyse iki katına çıkmıştır. Türk ekonomisi dünyayı etkisine alan ekonomik krize rağmen son beş yılda ortalama %5’lik bir büyüme oranını yakalamıştır.
Ülkemizin ekonomik ve siyasal alanlarda hayata geçirdiği yapısal dönüşüm, tüm dünyanın takdirle izlediği ekonomik performansımız ve gelişen demokrasimiz, tarihi ve kültürel birikimimiz, jeo-stratejik konumumuz, insan kaynaklarımız ve diplomatik geleneğimiz dış politikada daha yüksek hedefler belirlememizi mümkün ve gerekli kılmaktadır.
Değerli Konuklar,
Tabiatıyla, dış politika sırça bir fanus içinde yürütülemez. Bölgede ve dünyada meydana gelen değişimlerden etkilenir ve bunlara göre şekillenir.
Son dönemde Türkiye’nin merkezinde yer aldığı bölgede de üç önemli gelişme yaşanmaktadır:
1. Batımızda, Avrupa’da ekonomik kriz kıtayı derinden sarsmıştır. Ekonomik krizin etkileri hafiflemiş olsa da, toplumların sosyal dokularında ciddi yaralar bıraktığı görülmektedir. Kıta’da ırkçılık, yabancı düşmanlığı ve Müslüman karşıtlığı gibi eğilimler yükseliştedir. Son olarak Fransa’da yaşanan saldırıların ortaya çıkardığı korku ortamının da bu eğilimleri güçlendirmesi ihtimali bulunmaktadır.
2. Güneydoğumuzda Akdeniz havzasında halkların demokrasi ve daha iyi bir hayat için ortaya koydukları meşru talepleri sonrasında varlıklarını ne pahasına olursa olsun devam ettirmeyi hedefleyen bazı rejimlerin başvurduğu mezhepçi yaklaşımlar ve uyguladıkları baskı ve şiddet, bölgemizde bir trajediye yol açmış, çeşitli istikrarsızlık risklerini beraberinde getirmiştir. Suriye ve Irak’ta son dönemde yaşananlar bunun en yakın örneğidir. Gelişmeler bölgedeki bu sıkıntılı sürecin önümüzdeki yıllarda da da devam edeceğini göstermektedir.
3. Kuzeyde Ukrayna’da yaşanan kriz, bittiğini sandığımız Soğuk Savaş’ın farklı biçimde de olsa hala etkilerinin sürdüğünü göstermiştir. Bu krizin, uluslararası sistem ve güvenlik yapılanmaları açısından önemli sonuçlar doğurması olasıdır.
Değerli Konuklar,
Bölgemizdeki güvenlik parametreleri bu saydığım gelişmeler ışığında yeniden şekillenirken, bir yandan da tüm dünyada dış politikanın içeriği ve uygulanış biçimi değişmektedir. Özellikle küreselleşmenin hız kazanmasıyla birlikte, dış politika ile ekonomi arasındaki etkileşim de artmaktadır. Bir yandan, dış politikanın sorunlardan ziyade çözümlere odaklandığı bir ortamın oluşturulması; ekonomik etkileşim ve işbirliğini artırmakta, böylelikle, ekonomik büyüme için uygun ortam sağlanabilmektedir. Diğer yandan, ekonomik büyüme ve kalkınmanın sağladığı ilave güç ve özgüven, dış politikada da büyümeyi ve çeşitlenmeyi beraberinde getirmektedir.
Bu arka plan temelinde Türkiye; ilkeli, aktif, çok yönlü ve insani bir dış politikayı hayata geçirmektedir.
Bu amaçla, bölge ülkeleriyle siyasi, ekonomik ve kültürel ilişkilerimizi çeşitlendirip derinleştirmeye, tüm bu alanlarda karşılıklı bağımlılığı tesis ederek bölgesel barıştan herkesin faydalanacağı bir düzeni tesis etmeye çalışmaktayız. Bu yönde şekillenen dış politikamızın temel hedefi, tehdit algılamalarından ziyade, işbirliği olanaklarını ön plana çıkararak, yüzyıllardır birararada yaşadığımız halklarla ortak bir geleceği kurmak için gerekli altyapıyı inşa edebilmektir.
Değerli Konuklar,
Bu hedefe yönelik olarak, özgün bir işbirliği modeli olan Yüksek Düzeyli İşbirliği Konseyi mekanizmalarını oluşturmaktayız. Şimdiye kadar 18 ülkeyle bu tür mekanizmalar kuruldu. Bu mekanizmalar sayesinde komşularımızla diyalog ve işbirliğimize somut bir çerçeve kazandırılmakta, işbirliğimizin ahdi temeli güçlendirilmektedir.
Bu mekanizmaları tamamlayıcı olarak, bölge ülkeleriyle karşılıklı ekonomik bağımlılığı artıracak tedbirler de alınmaktadır. Bugüne kadar 21 ülkeyle imzaladığımız, 14 ülkeyle de müzakereleri sürmekte olan Serbest Ticaret Anlaşmaları bu yönde başvurulan önemli bir araçtır. Ayrıca, ekonomik ilişkilerin hukuki zeminini oluşturmaya öncelik verilmektedir. Bugüne kadar, yatırımların karşılıklı teşviki ve korunmasına yönelik olarak 93 ülkeyle, çifte vergilendirmenin önlenmesi için de 80 ülkeyle anlaşma imzalanmıştır. Bu çabalarımızın somut sonuçları yakın havzalarımızla ticaret rakamlarında kendini göstermektedir. Komşu ülkelerle toplam dış ticaretimiz son 12 yıl içinde yedi kat artarak 13 milyar Dolar’dan 94 milyar Dolar’a çıkmıştır. Bölgesel düzlemde örnekler vermek gerekirse, Orta Doğu ve Kuzey Afrika ile toplam ticaret hacmimiz 8 milyar Dolar’dan 66.6 milyar Dolar’a yükselmiştir. Balkanlar ve Karadeniz havzası ile toplam ticaret hacmimiz ise, 10 milyar Dolar’dan 61 milyar Dolar’a yükselmiş durumdadır.
Diğer yandan, değişen ve küreselleşen dünyada bir ülkenin bölgesinde saygın bir aktör olarak görülmesi, uzak coğrafyalarda da varlık göstermesine bağlı hale gelmiştir. Ayrıca, 500 milyar Dolara yaklaşan bir dış ticaret hacmine sahip olan ülkemiz için yeni pazarlar ve yatırım imkânlarını tespit etmek ve buna uygun siyasi ilişkiler ağını geliştirmek de önemlidir. Bu anlayışla, geçmişte erişimimizin sınırlı olduğu coğrafyalara yönelik açılım politikaları yürütülmektedir.
Bu bağlamda, özel bir yere sahip olan Afrika’ya açılım politikamız artık yerini ortaklık politikasına bırakmaktadır. Kasım ayında Ekvator Ginesi’nin başkenti Malabo’da düzenlenen İkinci Türkiye-Afrika Ortaklık Zirvesi’nde ilişkilerimizi daha da ileriye götürmeye yönelik yol haritalarının belirlendiğini ifade etmek isterim. Gelişen ortaklığımızın etkileri, dış ticaret rakamlarımızda kendini göstermektedir. 2002 yılında Afrika kıtasıyla 3 milyar Doların altında olan toplam ticaret hacmimiz 7 kattan fazla artarak 23 milyar Dolar’a çıkmıştır. Türkiye, Afrika’daki varlığını kıtada artan temsilcilikleriyle güçlendirmektedir. 2002 yılında Afrika kıtasında 12 olan Büyükelçilik sayımızı, 39’a çıkarmış durumdayız.
Küresel ekonominin önemli merkezlerinden Asya-Pasifik’teki altı belli başlı ülkeyle ilişkilerimiz “stratejik” düzeye çıkarılmıştır. Bölgeyle stratejik diyaloğumuz gelişirken, temsilcilik ağımız da genişlemektedir. Sadece son dönemde Asya’da açılan temsilcilik sayımız dörttür.
Benzer biçimde, Latin Amerika’daki toplam diplomatik temsilcilik sayımızı da 6’dan 13’e çıkardık. Bu bölgeyle de hem siyasi dialoğumuz hem ticari ilişkilerimiz hızla gelişmektedir. Bölgeyle ticaret hacmimiz son on yılda 9 kat artarak 8 milyar Dolar’ı aşmıştır.
Açılım politikalarımız çerçevesinde Türkiye, diğer ülkelerin diplomatik misyonlarını ekonomik güçlükler nedeniyle kapattıkları bir dönemde, son beş yılda 50 yeni diplomatik temsilcilik açmıştır. Bugün Türkiye, 228 dış temsilciliği ile dünyanın en yaygın 6’ncı diplomatik gücü haline gelmiş bulunmaktadır.
Öte yandan, Türkiye’de 2002 yılında 152 yabancı diplomatik temsilcilik varken bu sayı bugün 256’ya çıkmıştır.
Değerli Konuklar,
Türkiye, zenginin daha da zenginleştiği, fakirin ise en temel ihtiyaçlardan mahrum kalmaya devam ettiği bir dünyanın güvenli ve huzurlu olamayacağı inancındadır. Bu anlayışla, ülkemiz, içeride güçlenen ekonomisinin getirdiği imkanları, komşu coğrafyalardan başlayarak ihtiyacı olanlara yeni fırsatlar sunmak için de kullanmaktadır. Bu çerçevede, artan kalkınma yardımlarımızla yükselen donör ülkeler arasında yer aldığımızı özellikle vurgulamak isterim. 2011’de ilk defa New York dışında yapılan ve evsahipliğimizde gerçekleşen En Az Gelişmiş Ülkeler (EAGÜ) Konferansı’ndan bu yana özellikle artan oranda olmak üzere, Türkiye, en az gelişmiş ülkelerin her konuda yanında yer almakta, kalkınma çabalarına kararlılıkla destek vermektedir. İnsani yardımlar alanında da ön planda yer alan Türkiye, bugün en fazla insani yardım yapan üçüncü ülke konumuna gelmiştir.
2016 yılında da ilk defa düzenlenecek Dünya İnsani Zirvesi’nin Türkiye’nin evsahipliğinde gerçekleşeceğini de ifade etmek isterim.
Ülkemizin son on yılda geçirdiği değişim, buna paralel olarak izlediği aktif diplomasi ve uluslararası planda artan boyutlarda sorumluluklar üstlenmesi, uluslararası kuruluşlarda giderek daha etkin bir profil izlemesine de yardımcı olmaktadır. Bu çerçevede son dönemde birçok önemli uluslararası örgütün dönem başkanlığını üstlendik, önemli zirve toplantılarına evsahipliği yaptık. Halen yürütmekte olduğumuz G-20 Dönem Başkanlığımız bunun en son örneğidir. Bir yandan da, uluslararası alanda pekçok önemli çok taraflı girişime öncülük ediyoruz. Eylül 2010’da Finlandiya ile başlattığımız Barış İçin Arabuluculuk girişimi bunlardan biridir. Önleyici diplomasiye yönelik ilgiyi ve farkındalığı artırmayı amaçlayan bu girişim, BM içinde hızla dikkat çekmiş, Örgüt nezdinde kurulan Arabuluculuk Dostlar Grubu’nun üye sayısı kısa sürede 48’e ulaşmıştır.
Bu platform haricinde de, uluslararası düzeyde yüksek görünürlükte çok sayıda arabuluculuk faaliyetinde bulunmakta ve ihtilafların barışçıl çözümünde önemli kolaylaştırıcı roller üstlenmekteyiz. Karşılıklı güven inşasına katkıda bulunmak için başlattığımız Türkiye-Afganistan-Pakistan Üçlü Zirve Süreci; Bosna-Hersek’te barış, istikrar ve refahın pekiştirilmesi ve Balkanlar’daki istikrar ortamına katkıda bulunmak için başlattığımız Türkiye-Bosna-Hersek-Sırbistan Üçlü İşbirliği Mekanizması; Sudan ile bağımsızlığına yeni kavuşan Güney Sudan arasındaki anlaşmazlıkların aşılması için ekonomik işbirliği perspektifiyle ortaya koyduğumuz üçlü işbirliği vizyonu; Somali ve Somaliland arasındaki anlaşmazlık noktalarının aşılması için Devlet Başkanı düzeyinde başlattığımız üçlü süreç, Türkiye-İran-Azerbaycan Üçlü Süreci, Türkiye-Gürcistan-Azerbaycan Üçlü Süreci ve Türkiye-Azerbaycan-Türkmenistan Üçlü Mekanizması’nın bunlardan sadece birkaçı olduğunu söyleyebiliriz.
Değerli Konuklar,
Türkiye, bu saydığım çerçevede yeni roller üstlenirken ve çok yönlü dış politikasına yeni perspektifler kazandırırken, stratejik yöneliminin temelini oluşturan geleneksel bağlarını da ihmal etmemektedir. Stratejik tercihimiz olan AB’ye katılım sürecimiz ve yürütülen müzakereler, genişleyen dış politika vizyonumuzda hak ettiği ağırlık ve önceliği korumaktadır. Türkiye, bazı AB üyelerince siyasi saiklerle önüne çıkarılan engellemelere rağmen, üyelik müzakerelerini iyi niyet ve güçlü bir siyasi iradeyle sürdürmekte, üyelik kriterlerini karşılamaya yönelik reformlarını aynı azimle sürdürmektedir.
Türkiye’nin AB’ne tam üyeliği sadece bizim açımızdan stratejik bir hedef değildir. Aynı zamanda, başta Avrupa olmak üzere çok daha geniş bir coğrafyada olumlu etkiler yapabilecek tarihi önemde bir adımı simgelemektedir.
Ekonomik krizin Avrupa kamuoyunda ciddi bir güven kaybına ve bunun da bir sonucu olarak aşırı sağ eğilimlerin güç kazanmasına yol açtığı düşünüldüğünde, Türkiye gibi demokratik değerleri benimsemiş Müslüman nüfusa sahip bir ülkenin, hem Avrupa’nın hem de Avrupa’nın güneyinde demokratik bir dönüşüm gerçekleştirmeye çalışan bölgelerin geleceği bakımından önemini herkesin açıklıkla görmesi gerekir.
Değerli Konuklar,
Paris’te meydana gelen vahşi terör saldırıları, aşırıcı akımlarla mücadelenin hepimizin güvenliği açısından taşıdığı önemi bir keza ortaya koymuştur. Hiçbir din ve inanç tarafından kabul edilmesi mümkün olmayan bu saldırıları en kuvvetli biçimde kınıyoruz. Masum insanların katledildiği bu saldırıların, hiçbir dinle, hele ki barış ve hoşgörüyü temel felsefe edinen İslam diniyle bağdaştırılması mümkün değildir. Nitekim, Sayın Başbakanımız, bu anlayışımızı da en açık biçimde bir kez daha ortaya koymak üzere, Paris’te saldırıların ardından düzenlenen protesto yürüyüşüne diğer dünya liderleriyle birlikte katılmış ve tutumumuzu açıklıkla ortaya koymuştur. Ancak, bu tür hain saldırıları gerçekleştirenlerin temel hedefinin de var etmeye çalıştıkları korku ortamı içinde farklılıkları vurgulamak ve birarada yaşamayı imkansız hale getirmek olduğunu görmemiz gerekir. Bu saldırılara karşı olduğumuz kadar, Avrupa’da yükselişe geçen ırkçı, ayrımcı, yabancı düşmanı ve İslamofobik akımlara da karşı çıkabildiğimiz ölçüde ortak bir geleceğe hizmet edebiliriz.
Biz özellikle dostlarımızdan gelen yapıcı eleştirileri dikkate alırız ve varsa gereğini yaparız. Ancak bu eleştirilerin sağlam verilere ve haklı nedenlere dayanıp dayanmadığına da bakarız.
Burada iki noktaya dikkatinizi çekmek istiyorum:
Türkiye, terörizmden en fazla acı çekmiş, terörizme karşı mücadelede en fazla girişim ve fedakârlık yapmış ülkedir. Biz terörizmi renklerine, teröristleri kökenlerine göre ayırmıyoruz. Hepsini lanetleniyoruz.
İfade özgürlüğü temel bir haktır ve ülkemizde Anayasa’nın ve yasaların teminatı altındadır. Ancak, Papa Fransuva’nın da ifade ettiği gibi, toplumların kutsal değerleriyle alay edilmemeli, tahrik aracı haline getirilmemelidir. Kuşkusuz ülkelerimiz arasındaki bu tür temaslar sürdükçe eksik bilgi veya değerlendirmeler neticesinde ortaya çıkan anlaşmazlıklar da giderilecektir.
Değerli konuklar,
Türk demokrasisi gelişmekte ve buna bağlı olarak refah ve huzur düzeyimiz yükselmektedir. Bu çerçevede, doğan fırsatları birlikte değerlendirebileceğimiz olumlu bir dış ortamı daha da çok arzuluyor ve bu amaçla barış ve istikrar çabalarına aktif destek sağlıyoruz. Keza etrafımızda barış, refah ve güvenlik kuşağı oluşturma yönünde ilerleme sağlandıkça, bu bize içeride de özgürlükler alanını genişletme ve halkımızın demokratik taleplerini karşılama konusunda daha özgüvenli ve etkin şekilde hareket etme imkânı vermektedir. Dış politikamız bu anlayışla dün olduğu gibi bugün de yurtta ve dünyada barışa hizmet etme arayışındadır. Bu yolda, İtalya gibi fikir ve gönül birliği kurabildiğimiz dost ülkelerle işbirliğimizi ilerletmekten de memnuniyet duyuyoruz.
Teşekkür ediyorum.
rn